34. celseye, savunmanın bir itimat tercümanının görevden alınması talebiyle başlandı. Sözkonusu tercüman, şimdi savunmanın itirazına rağmen dil konusunda bilirkişi olarak görev almaya hazır olduğunu bildiren kardeşiyle geçmişte tercüman olarak yakın bir çalışma ilişkisi içinde olmuştu. Savunma, güven ilişkisinin, avukatlar ile müvekkilleri arsındaki iletişimin mahkeme karşısında gizliliği ilkesi açısından da, artık mevcut olmadığını açık bir biçimde ortaya koydu. Mahkeme başkanı, başlangıçta savunmanın bu tavrını kabul etmek istemiyormuş izlenimi uyardırsa da, sonuçta bu dileği yerine getirdi. Yeni bir tercüman görevlendirilirken, eskisi görevden alındı.
Ardından savunma, bu ve diğer celselere çağrılan, soruşturma aşamasında görevli Federal Suç Dairesi tercümanlarının azledilmesi talebinde bulundu. Zira mahkeme tercümanları yalnızca tanık olarak ifade vermeleri için çağırmıştı, fakat seslerin kime ait olduğunun tespiti için dil konusunda bilirkişi olarak kullanmayı planlıyordu – ancak tercümanların buna yetkisi yoktu. Federal Savcılık buna, mahkemenin -beklendiği üzere- derhal devraldığı bir gerekçeyle itiraz etti: Tercümanlar bilirkişi değilmiş. Bu dört kişi de, devlet tarafından sesleri analiz etmek ve kime ait olduklarını saptamakla görevlendirilmemişti. Ancak işleri esnasında kişilerin seslerinin ve dillerin saptanması konusunda bir şeyler fark etmişlerse, ne olursa olsun konuya hakim tanıklar olacaklarından ifadeleri değerlendirilebilirmiş. Savunma, tanıkların seslerin hangi şahıslara ait olduğunu tespit etme yetkisine sahip olmadığı söyleyerek itiraz etti.

Ardından, on yıldan uzun zamandır ağırlıklı olarak Federal Suç Dairesi için çalışan ilk tercüman tanık olarak dinlendi. Yaptığı işi betimledi ve nasıl belirli seslerin belirli şahıslara ya da isimlere ait olduğunu tespit ettiğini anlattı. Sorgulama ancak sıra savunmaya geldiğinde ilginç hale geldi. Tanık, kasım ayında Federal Savcılık tarafından seslerin hangi şahıslara ait olduğunun tespit edilmesi amacıyla ilk ifadesini vermek üzere davet edildiğini ve eline celpnameyle birlikte, seslerin tespitinin mahkemede dikkate alınabilecek bir biçimde yapılabilmesi için gereken kriterlerin yer aldığı bir yazı geçtiğini doğruladı. Ondan sonra Federal Suç Dairesindeki üç meslektaşıyla birlikte, sözkonusu kriterlerin hangilerine dayanarak hangi sesin kime ait olduğunu tespit edebilecekleri konusunda konuşmuşlar. Kamu tanıklarına mahkemede verecekleri ifadeler için bir genel prova imkanı sağlandığını söyleyebiliriz.

Aslında seslerin hangi isimlere ait olduğuna dair tespitlerin böylece hakimlerin gözünde değersiz hale gelmesi gerekirdi.

Savunmanın şahitlerinin sorgulanmadan önce birçok kez nasıl ifade verecekleri hakkında birbirleriyle ayrıntılı bir biçimde konuştuklarını ve o sırada ifadelerinde hangi kriterlerin sanığın suçsuz bulunmasına yol açacağını göz önünde bulundurduklarını ifade etmeleri halinde, ifadelerine mahkemenin ne kadar değer vereceğini bir düşünün: Bu ifadeler kesinlikle hiçbir ispat değerine sahip olmazdı. Bunları göz önünde bulunduran mahkeme başkanı, ilkönce sorguya müdahale ederek ve tanığı belirli bir ifadeye yönelten sorular aracılığıyla yönlendirmeye çalıştıktan sonra, ilk fırsatta sorguya ara verdi. 13 Şubat tarihinde tanığın sorgulanmasına devam edilecek.

Bugünkü sözlerini nasıl önemsizleştireceğini izlemek ilginç olacak.

Ardından Seyit Ali Uğur, Stadelheim Cezaevinde Mehmet Yeşilçalı’ya yönelik -bu blogda yer verdiğimiz- saldırıyla ilgili bir açıklama yaptı.

Bugün yine sanıklarla dayanışma amacıyla oldukça çok sayıda insanın geldiği mahkemenin önündeki gösteriye katılanlar da bu olaya değindiler.